PLATON






  • Gözlemle, dinle, sus, az yargıla, çok sor!

    -Peki ama, bir şeyin karşılığı belli bir şeyde olsa, durum değişmez sanırım. Her şeyi tek başına alacak olursak karşılığını gene tek başına düşünebiliriz.
    -Anlamadım.
    -Bir şey başka bir şeye göre büyüktür dersem, anlamaz mısın?
    -Anlarım.
    -Başka bir şeye göre de küçük?
    -Evet.
    -Peki, bir şeyin çok büyük olması, çok küçük olan bir şeye göre değil midir?
    -Evet.
    -Bir şey daha büyük olduysa, daha küçüğüne göre olmuştur. Büyük olacaksa da küçüğüne göre olacaktır.
    -Şüphesiz.
    -Daha çok, daha aza göre; iki kat yarıya göredir. Her şeyde de böyle değil midir? En ağır hafife, en hızlı en yavaşa, sıcak da soğuğa, değil mi?
    -Doğru.
    -Peki, bilimler için de doğru değil mi bu söylediklerimiz? Bilim, öğrenilmesi gereken bir şeyin, her ne olursa olsun, kendi başına bilgisini elde etmek değil midir? Ama özel, belli bir bilim, özel ve belli bir şeyin bilgisidir. Bunu şöyle anlatayım: Ev kurma bilimi ortaya çıktığı vakit bu bilim ötekilerden ayrıldı, mimarlık dendi ona, değil mi?
    -Doğru.
    -Ona ayrı bir ad verilmesi, ötekilerden başka bir çeşit bilgi olmasından ötürü değil midir?
    -Evet.
    -Belli bir bilim olması, belli bir konusu olduğundan değil midir? Öteki bilim ve sanatlar için de bunu söyleyemez miyiz?
    -Söyleyebiliriz.
    -Şimdi bak bakalım anlayabiliyor musun demin söylediğimi? Özü gereği, bir şeye bağıntısı olan her şey, tek başına ve kendi içinde ele alınınca, yalnız kendisine bağlı kalır. Buna karşılık belli şeylerle ilgileri bakımından ele alınırsa, kendisi de belli bir şey olur! Bu demek değildir ki, bir şey ilişkisi olan bir şeyle birdir. Sağlığa yararlı ya da zararlı şeylerin bilgisinin de yararlı ya da zararlı, iyiyle kötüyü bilmenin de, iyi ya da kötü olduğunu söylemek istemiyorum. Şunu söylemek istiyorum: Hekimlik bilgisi tek başına ayrı bir konu olduğuna ve belli bir şeyi, sağlığı ve hastalığı incelediğine göre, kendisi de belli bir bilimdir. Bunun için de ona sadece bilim demekle kalmıyor, konusunu ekleyerek, hekimlik bilimi diyoruz.
    -Anladım, haklısın sanırım.
    -Şimdi susuzluğa dönelim: Susuzluğun özüne bakılınca o da bir şeyle ilişkisi olan şeyler arasına girmez mi? Çünkü susadık mı bir şeye susarız değil mi?
    -Evet içkiye.
    -Çeşit çeşit içkiler olduğuna göre, çeşit çeşit susuzluklar var demektir, değil mi? Oysa tek başına susuzluğu ele alırsak, bu az ya da çok, iyi ya da kötü, kısaca belli bir içkiye susamak değildir. Onun aradığı yalnız içilecek bir şeydir.
    -Çok doğru.
    -Öyleyse bir insan susadı mı, içinin çektiğini içmekten başka bir şey değildir özlediği, aradığı budur.
    -Doğru.
    -İnsan içmek ister de bir şey onu durdurursa, araya sadece içmek, herhangi bir hayvan gibi içmek arzusundan başka bir şey katılmış olur; çünkü demin söylediğimize göre, bir şeyin aynı yanıyla aynı zamanda değişik etkileri olamaz.
    -Evet, olamaz.
    -Bunun gibi, bir okçu elleriyle yayı hem itiyor, hem de çekiyor diyemeyiz. Doğrusu, yayı bir eliyle itiyor, bir eliyle de çekiyor demektir.
    -Elbette.
    -İnsanın arada bir susayıp da kendini içmekten al koyduğu olur değil mi ?
    -Evet, hem de sık rastlanır buna.
    -Peki, ne diyebiliriz bunlara? İçlerinden bir şey emrediyor içmelerini, bir başka şey de alıkoyuyor onu bundan. İkincisi birincisini alt ediyor demekten başka çare var mı?
    - Yok sanırım.
    -Bizi, içmekten böyle alıkoyan şey akıldan gelmiyor mu acaba? Buna karşılık kendimizi tutamaz da içersek, buna sebep olan tutkular, hastalıklardır diyemez miyiz?
    -Diyebiliriz. -Burada birbirinden ayrı iki şey görmek doğru şey olur: Biri içimizdeki hesaplayan, düşünen yandır ki, buna akıl yanımız deriz. Ötekiyse düşünmeyen, sadece arzulayan yanımızdır. O, sadece sever, acıkır, susar, doymak, zevk almak ister.
    -Evet işi böyle ele almak akla uygun.
    -Demek içimizde böyle iki yan var. Ama azgınlık, kızgınlık diye de bir şey var içimizde. Ona üçüncü bir yanımız mı diyelim? Demezsek acaba iki yanımızdan hangisi olur ?
    -İkincisine, istekler yanına herhalde.
    -Bende öyle sanıyorum. Duyduğum bir hikaye vardır; ondan da bu çıkıyor. Hikaye şu: Aglaion’un oğlu Leontios Pire’den yukarı gelirken kuzey surlarının dibindeki işkence yerinde cesetler görmüş. Bir yandan bunlara bakmak ister, bir yandan da görmemek için başını çevirirmiş. Bir süre görme isteğini yenip yüzünü kapamış, ama sonunda dayanamamış, gözlerini dört açıp ölülere doğru gitmiş ve bağırmış kendi gözlerine: “ Haydi kör olasılar… Alın doya doya seyredin bu güzel manzarayı!”
    -Ben de dinlemiştim bu hikayeyi.
    -Bu hikaye gösteriyor ki, kızgınlık isteklerle savaşır kimi vakit. İki yanımızdan da ayrı bir şeydir bu.
    -Doğru.
    -Çok yerde görmüşüzdür, insan aklını dinlemeyip, tutkularına sürüklenince, kendi kendine söylenir, kendini zorlayan tutkularına kızar; bu iç savaşında kızgınlık akıldan yana oluyor demektir, ama kızgınlığın tutkulardan yana çıkıp akla karşı koymasını, sanırım ne kendinde görmüşsündür ne de başkasında.

  • Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar kötüdür.
    "Platon"

Okunması Gereken Kitaplar

  • 1984
  • Hayvan Çiftliği
  • Simyacı
  • MOMO
  • Küçük Prens
  1. Hayatın Anlamı
  2. Sefiller
  3. Satranç
  4. Huzursuzluk
  5. Uçurtma Avcısı

Köşem

Ruh, bilgisizliği çürütmeye alışıncaya kadar, bu çürütme ile kendinden utanarak, öğretime yolları kapayan kanaatlerden sıyrılıp tertemiz bir hale gelinceye kadar, ancak bildiğini bildiğine ve bilmediğini bilmediğine inanıncaya kadar, kendine verilen ilimden hiçbir fayda görmez.

PLATON

©  Creator. All rights reserved. Design by HilKüb K.